• Birinci navigasyona geç
  • Skip to main content
  • Birinci sidebar'a geç
  • İletişim
  • Künye

Dergimiz Bir

Dergimiz yakında bu sütunlardan size ulaşacak

  • Yazarlar
    • Duygu ERİŞKİN
    • Erkan AKBALIK
    • Erol PEKTAŞ
    • Erol ŞAŞMAZ
    • Ertan OKUMUŞ
    • Fazıl ŞİMŞEK
    • Gökçe TOPUZ
    • Gökhan GÜNERİ
    • Hasancan ERALACA
    • İbrahim AKSOY
    • Mehmet GÖKYAYLA
    • Onur Okumuş Gedikli
    • Özge TEKİNSAL
    • Öznur BALIKAY
    • Rahim SAĞ
    • Şebnem KANDEMİR
    • Şakir ATA
    • Reha KORKUT
    • Ramazan YILMAZ
    • Demet Şentürk
    • Kevser Şimşek
    • Ömer Bayram
    • Yeşim Özel Küçük
  • Tarih
  • Edebiyat
  • Gezi & Yorum
  • Kültür & Sanat
    • Sinema & Tiyatro
  • Tarım
  • Yaşam

Yeşim Özel Küçük

SİZ DE KİTAP KOKUSUNU SEVENLERDEN MİSİNİZ?

Yıl içerisinde en sevdiğim aylardan birine başladığımı söylesem, umarım çoğu kişi bana katılır. Hem hasretle beklediğimiz baharı karşılıyor hemde önemli bir kaç günü bu güzelim Nisan ayında kutluyoruz. Doğa hızla uyanmaya başlıyor, çiçekler, böcekler ve bolca güneşli günler bizi beklerken önce ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyacak ardında benim çok sevdiğim aynı zamanda önemsediğim günlerden olan ‘Dünya Kitap ve Kütüphaneler Haftası’ ile pek çok etkinliği içinde barındıran kitap kokulu bir hafta geçireceğiz.

Uzun yıllar kitapçılık sektöründe çalışmış biri olarak kitapların ve kitapçılık işinin bende çok özel bir yeri vardır. İzmir’in köklü kitabevlerinden biri olan ‘İleri Kitabevi’nde yıllarca büyük bir keyif ile çalıştım. Raflarda ki o eşsiz kitap kokusu hala burnumda tüter. Sizlerde benim gibi kitap kokusunu sevenlerden misiniz? Ben bayılırım kitap kokusuna, kitapçıda çalıştığım yıllar boyunca sabah erkenden işyerine her girdiğimde o muazzam koku beni öyle mutlu eder öyle umut, yaşam heyecanı verirdi ki o duyguyu anlatamam! Kitapları her zaman çok sevmişimdir zaten bu alışkanlık çok küçükken ailemin desteğiyle şekillendi ve yıllar içersinde güçlendi. Okumanın bilginin ve öğrenmenin insan hayatındaki en büyük zenginliklerden biri olduğuna inananlardanım. Hatta en büyük hayallerimden biri bir gün ‘Kitap Kokusunu Sevenler Derneği’ diye bir dernek kurmak olmuştur. Bundan ötürüdür ki kitapçılık yapmak, yıllarca o sevimli, sıcak kitapevimizde çalışmak ve tabii insanlara kitap satmak beni çok çok mutlu etmiştir. Hala da söylerim ‘beni bu yaşıma kadar en çok mutlu eden iş o oldu ve en keyifli, mutlu günlerim yine o güzelim kitapevinde geçti’ diye. Beni gazetecilik okumaya itende yine büyük oranda kitaplara olan tutkum olmuştur çünkü biliyordum ki bu mesleğin eğitimini alırken de, icra ederken de çok okumak, araştırmak ve kitaplarla içiçe olmak gerekecekti zaten buda benim için tercihlerimi yaparken yeterli bir sebep olmuştu. İyiki de kitapçılık yapmışım onca kitaba dokunabilmişim, her gün kokularını soluyabilme imkanına sahip olmuşum ama maalesef okuduğum bölüm için şuanda aynı şeyi söyleyemiyorum oda zaten inanın bambaşka bir yazı konusu olur.

Okumak bir derya, deniz olayı sonu yok, ucu bucağı yok tek söyleyebileceğimse insanlık ve uluslar ancak kitaplara, sahip oldukları birikimlere değer vererek ve sahip çıkarak, koruyarak gelişebilirler, varolabilirler. Nisan ayında 23 Nisan hem ‘çocukların’ hem ‘kitaplar’ın günü bence yılın en güzel, en anlamlı günlerinden biri…

Gelişen teknoloji ile birlikte kitap okuma sayısında ciddi bir düşüşün yaşanmaya başlaması, UNESCO(Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu) tarafından farkedilmiş 23 Nisan’da okuma bilincini arttırmak adına herkesi kitap okumaya davet etmiştir. İlk kez 1995 yılında Dünya Yayıncılar Birliği Kongresi’nde UNESCO’nun da kabulüyle 23 Nisan gününün her yıl ulusal ‘Dünya Kitap ve Telif Hakkı Günü’ olarak kutlanmasına karar verildi. 23 Nisan’ın seçilmesinin simgesel bir anlamı da var; Uluslararası düzeyde tanınmış bir çok yazarın doğum ya da ölüm günü bu güne denk düşer. Cervantes, Shekespeare, Vladamir Nabokov gibi ünlü yazarların doğum ya da ölüm günü olması da bu günün kabul edilmesinde etkili olmuştur. 2000 yılından bu yana aday olma ve seçilme koşullarına göre her yıl bir şehir UNESCO tarafından dünya kitap başkenti olarak seçilmektedir. Türkiye’den de 2020 yılı için Konya şehrimiz dünya kitap başkenti olarak aday gösterilmiştir. Ülkemizde M.E.B.nca 23 Nisan gününü içine olan hafta ‘Dünya Kitap Günü ve Kütüphaneler Haftası’ olarak kabul edilmiştir. Bu kutlamaların amacı, kitabın ve okuma alışkanlığının önemini vurgulamak, okumayı özendirmek; yayına,yayın hakkına, düşence ve ifade özgürlüğüne saygıyı teşvik etmek; kitapların, uluslararasında kültür alışverişini sağlayan, karşılıklı anlayış ve hoşgörü geliştiren niteliğiyle de dünya barışına hizmet etmesi olarak belirlenmiştir.

Kitap okumanın ne kadar önemli olduğu yadsınamaz bir gerçek toplumsal ve bireysel gelişim için, kitap okumak kişisel olarak yapılabilecek en önemli aktivitelerin başında geliyor. Kişisel olarak kendini zenginleştirmiş bireyler toplumu besliyor ve bir zincirin halkaları gibi düşünülürse, ne kadar engin ve derin fikirli bireyler yetişirse bir ülkede gelişen düşünsel zenginlikle güçlü ve sağlıklı bir toplum oluyor. Bu noktada okuma alışkanlığı ve kitap okuma oranlarımıza bakıldığında geçmişten günümüze pek çok ülke sıralamasında sınıfta kaldığımız acı bir gerçek. Yapılan araştırmalarda bu gerçeği çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Bunlara değinmedende geçemeyeceğim. ‘Türk Halkının Kitapla İmtihanı’ adlı rapora göre dünyada en fazla kitap okuyan ülkelerin başında yüzde 21 ile Fransa ve İngiltere bulunuyor. Türkiye ise yüzde 0,1lik kitap okuma oranı ile 86.’ncı sırada, yoksul Afrika ülkeleriyle aynı kategoride yer alıyor. Günümüzde ülkemizde kitap okumaya kişi başına ayrılan süre günde yanlızca 1 dakika. Buna karşın, televizyon izlenmeye 6 saat, internete 3 saat harcanıyor. Kitap ihtiyaç listemizin 235.’nci sırasında yer alıyor! (TÜİK verilerine göre) Fakat son yıllarda şöylede tezat bir durum yaşanıyor kitap endüstrisi hızla büyüyor. Veriler tam tersini söylerken peki bu nasıl oluyor? Şöyle ki; artan bu endüstride üretimin önemli bir kısmını devletin okullarda ücretsiz olarak dağıttığı eğitim ile ilgili kitaplar, sınavlara hazırlık kitapları ve yardımcı ders kitapları oluşturuyor. Yani edebi ve kültürel yayınlardan bahsedilmiyor. Bu verilerde yetişkin edebiyat ve kültür-sanat kitaplarının oranı yüzde 4.Gelişmiş ülkelerde bu oran hem nicelik hem de nitelik açışından inanılmaz yüksek düzeylerde görülüyor ve şu da bilinen bir gerçek ki bilimsel,kültürel ve sanatsal alandaki yayınılara önem veren ülkelerin dünyanın lider ülkeleri arasında olmalarıdır. Gelişimin ve gelişmişlik düzeyinin anahtarı bilgiye verilen değerin kapısından geçmektedir.

Tablodan da görüldüğü üzere veriler pek çok ülkeyle kıyaslandığında yine bu alanda da ülkece içler acısı bir halde olduğumuzdur. Okumuyoruz, bilgiye ve kitaplara değer vermiyoruz bunu düzeltmek içinde ne eğitimsel ne de toplumsal düzeyde yeteri kadar çalışmıyoruz. Ülkemizde henüz Uluslar arası düzeyde sıralamalara girmiş önemli bir kütüphanemiz dahi yok. Topluma yetecek, yaygınlaştırılması adına ileriye dönük yapılan projelerde yok. Senede 1 hafta boyunca yapılacak etkinliklerinde bu tablodan sonra bizi kurtaramayacağı büyük gerçek. Topyekün bir seferberliğin yanında başta M.E.B’nın yürüteceği güçlü projeler gerekiyor tabii bir de kitap fiyatlarının düşmesi. Ben inanıyorum ki okuma alışkanlığı ailede başlıyor, ordan gelen alışkanlıklar eğitimsel süreçtede desteklenirse kitap okuma oranları ve kitaba verilen değer iyileşecek toplumumuz büyük bir adım daha atmış olacak.

Yazıma başlarken önce kitapların güzelliğinden başlayıp coşkuyla devam edip, birden verdiğim tablolarla ülkemizdeki durumun vasatlığından bahsedip, sonlara doğru belki biraz içinizi karartmış olabilirim fakat pek çok konuda olduğumuz gibi bu alanda da hala çok yol kat etmemiz gerçeğine değinmeden edemedim. Bende çok isterim aydınlık, ışıl ışıl bir tablo çizmek ancak var olan gerçek henüz bizler için öyle değil. Bu nedenledir ki okumanın güzelliğini, zevkini anlatmak için toplumumuzda ki herkese görev düşüyor. Geçmişi bilmemiz içinde, geleceğe umutla bakmamız içinde yol yine bilgiden geçiyor ve kitaplar öğrenmek için eşsiz birer kaynak. İnsan hayatı boyunca öğrenmeye açık yegane varlıktır ve öğrenme, kendini geliştirme isteği zihinlere çocukluktan itibaren bırakılan bir fidandır. Bu yüzden çocuklarımıza aşılayalım kitap okumayı aşılayalım ki ilerde yeşersin bu fidanlar. Kitaplardaki gibi bambaşka bir dünya mümkün! Gelin hepimiz hem de önümüzde olan bu güzel günlerde çocuklarımıza kitap hediye ederek adımı atalım. Kitap en güzel hediye…

Bu kadar kitap aşkından, tutkusundan bahsedip bir okuma listeside vermemek olmaz, şimdiden bol okumalı günler dilerim.

• Bin Dokuz Yüz Seksendört (1984) George Orwell
• Dönüşüm – Kafka • Şibumi – Trevanian
• Çavdar Tarlasından Çocuklar – J.D Salinger
• Satranç – Stefan Zweig • İnce Memed (seri) – Yaşar Kemal
• Bir Düğün Gecesi – Adalet Ağaoğlu
• Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar
• Zamanın Manzarası Kusma Kulubü Mehmet Eroğlu
• Havva’nın Üç Kızı – Elif Şafak
• Serenad – Zülfü Livaneli

“İçinde iyi yanı bulunmayacak kadar kötü kitap yoktur.” Goethe

DOĞA GERİ DÖNÜŞÜMÜZÜ BEKLİYOR

Doğa ve içine doğduğumuz mavi dünyamız hiç kuşkusuz ki tüm canlılara verilmiş en büyük hediyedir. İnsanlığın ve diğer canlı türlerinin hayatını devam ettirebilmesi için doğanın var olması, var olabilmesi içinde hak ettiği değeri görerek muhafaza edilmesi biz insanların başlıca görevleri arasındadır. Doğa, tabiat ya da en dar haliyle çevre olarak adlandırabileceğimiz şeye insanlık çok şey borçlu değil mi?

Tüm insanlığın bin yıllardır yaşamını sürdürdüğü, havasını soluduğu, suyunu içtiği, beslendiği ve en basit ihtiyaçlarını karşılamasına olanak sağladığı güzel dünyamız çoğumuzda biliyoruz ki her geçen gün tıpkı bizler gibi yaşlanmaya devam ediyor. Fakat dünyamızı biz insanlara benzetecek olursak; her geçen gün sağlığını kaybederek yaşlandığı da üzücü bir gerçek. Evet dünyamız ve içindeki var olan doğa dediğimiz ekosistem biz insanlar gibi kandan, etten, metabolizmadan ve hücrelerden oluşmuyor ama toprak, ağaçlar, bitkiler, hava, su içinde binlerce türün olduğu hayvanlardan ve canlılardan oluşuyor. Bunlar da onun sistemini oluşturan yegane şeyler değil mi? Bu muazzam sistem binlerce yıldır sorgusuz, sualsiz pek çok güzel olanağı yaşayan canlılar ve insanlara sunuyor. Tek beklentisi ise korunmak ve gelecek nesiller için yaşanılabilir, sürdürülebilir bir dünya bırakmak.

Milyonlarca yıldır var olan tüm canlılarla dünyamızı ve içinde oluşan ekosistemi paylaşmaya devam eden biz insanlar her daim geleceği yani bizden sonraki gelen nesilleri düşünerek hareket etmeliyiz, etmeliyiz ki bizim bulduğumuzu, gördüğümüzü onlar da görsün onlar da yesin ve onlar da bu nimetlerden faydalanabilsinler. Hayatta hiç bir kaynak sonsuz değil ve alınanın yerine koymadıktan sonra giden geri gelmiyor. Bu nedenledir ki doğamıza, yakın çevremize insanlar olarak hassas davranmak, bilinçli olmak, bu farkındalığı gelecek nesillere aşılamak kimsenin unutmaması gereken sorumluluklarıdır.

Yıl içerisinde pek çok özel gün ya da önemi hatırlatılmak istenen konular belirli tarihlerde kutlanıyor, anılıyor veya bu günlerde yaşananlara dikkat çekilmeye çalışılıyor. 5 Haziran ise 1972 yılında İsveç’in Stockholm şehrinde BM konferansında alınan kararla ‘Dünya Çevre Günü’ olarak kabul edildi. O zamandan bu güne ülkeler, çeşitli konu başlıkları altında yaşanan hava kirliliği, iklim değişikliği, su kirliliği, çölleşme gibi doğanın çok uzun süredir tehlike sinyalleri vermiş olduğu olaylar karşısında çeşitli faaliyetler gündeme getiriyor, etkinlikler düzenleniyor, bildiriler paylaşılıyor ve en önemlisi ülkeler olarak buna karşı ne önlemler alabilirizi tartışıyorlar. Amaç ise elbette ki yaşanan olumsuzluklar.

Karşısında insanları uyarmak, dikkat çekmek ve bilinçlendirmek.

Doğa artık bildiğimiz saf, vahşi doğa değil her şey hızla kirlenmekte buna karşın bir de herkesin ağzından ‘organik’ kelimesi düşmemektedir. Bu kirliliği bu bozulmayı yaratan biz insanlar şimdi ise panzehrini organiklerde arıyoruz ne acı! Keşke bu hale getirmeseydik de doğada olan eski haliyle kalsaydı. Özellikle Sanayi Devrimi ile başlayan bu bozulma hızla devam etmektedir ve maalesef bunun en büyük ceremesini de az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler çekmektedir. Sanayi devrimini yapıp zenginleşen ülkeler şuan başat güçlerken sömürüp posasını bıraktıkları her şey ardında hava kirliliğinden, su kirliliğine ve önüne geçilemez bir iklim değişikliğine yol açmıştır ancak onlar bunların panzehrini de üretmeyi unutmamış geri dönüşüm gibi alternatif yolları da düşünmeyi akıl etmişlerdir. Fakat az gelişmiş ülkeler ellerinde kalanlarla bu yolda epey geriden gelmektedirler.

Dünya nüfusunun %20’sini oluşturan kalkınmış ülkeler, dünya kaynaklarının %80’ini kullanıyorlar ve maalesef bu oranda da dünyayı kirletiyorlar. Belirlenen son verilerle doğal kaynakların üçte ikisi tehlike altında. Yeryüzündeki bitki ve canlı türlerinin dörtte biri yok olmak üzere. Tarımsal genetik çeşitliliğin dörtte üçü, tarım alanlarının üçte biri ise çoktan yok oldu. Kimyasal gübre ve zirai ilaçlar doğal dengeyi bozdu, tarım toprakları kirlendi. Dünya topraklarının üçte biri ise çölleşti. Son elli yılda fosil atıkların tüketimi 9 kat artarken bunun en ağır sonuçlarından biri olarak küresel ısınma tehlikeli boyutlara ulaştı. İklim değişiklikleri her iki küreyi de hızla etkilemeye devam ediyor. Buzullar ise günden güne bu değişiklikler karşısında erimeyi sürdürüyor. Görüldüğü üzere her şey bir diğerini tetikliyor ve değişimi yok oluşu beraberinde getiriyor. Doğaya karşı giriştiğimiz bu hoyratça savaşta pek çok afetle yüz yüze kalacağımızı görmezden gelemeyiz. Artık susuzluk, kuraklık, açlık, iklim göçleri, kasırgalar başta olmak üzere afetlerin kapımıza dayandığı gerçeğini aklımızdan çıkarmamalıyız. Hiç şüphesiz her ülke de bu yaşanabilecek olumsuzluklardan payını alacaktır. Bu nedenledir ki; bireysel bilinçlilik doğaya karşı sevgi ve de saygı, elimizdeki kaynakların değerini bilmek ve sürdürülebilirliği sağlamak vakit kaybetmeden benimsememiz gereken özelliklerimiz olmalıdır. Hepimiz biliyoruz ki betonlaşma değil bir yeşilin, temiz bir mavinin varlığı bizleri kurtaracaktır…

Yaşanan bu acı gerçekler ve olaylar karşısında benim bir ‘umut ışığı’ olarak gördüğüm konulardan birinin önemine de değinmek kısaca bahsetmek belki bizleri az da olsa bu karanlık tablodan uzaklaştıracaktır.
Bu umut ışığının adı ‘Geri dönüşüm!’. Belki de gelecekte bu kötü gidişattan kurtuluş, kurulacak olan sağlıklı ‘geri dönüşüm’ sistemlerinin var olmasıyla sağlanacak ve belki böylece doğa bizi affedecek.

Son yıllarda bu konuda dünya genelinde tam anlamıyla bir aydınlanma yaşanıyor. Özellikle gelişmiş ülkeler (ki kirliliği en çok arttıran yine onlardı), doğal kaynakların sürdürülebilmesi, geri dönüşüm gibi çalışmalar konusunda alabildiğine hızlı bir şekilde yeni uygulamalar, projeler geliştirerek gelecek kuşakları korumayı hedefliyorlar.

Geri dönüşüm potansiyel olarak faydalı materyallerin yeniden kazanılarak boşa harcanmasını ve sürekliliğinin sağlanması için kimyasal ve fiziksel işlemlerle tekrardan kullanıma sunulmasını sağlıyor. Böylece doğadan aldığını hem daha çoğunu almadan hem de dönüştürerek geri vermeyi amaçlıyor. Atık malzemeleri geri dönüştürerek yalnızca çevre kirliliğini önlemekle kalmıyor, kâğıt, plastik, alüminyum, tekstil ve elektronik atıkların tekrar kullanılmasını sağlamış oluyor.

Geri dönüşüm gibi dünyadaki tüketimin sonucunu faydaya çeviren faydalı bir uygulamada bilinçli insanlar yetiştirerek çok büyük yol kat etmeyi başaran ülkeler genel olarak doğa ve çevre konusunda günümüzde farklarını ortaya koymuş durumdadır. Dünyada geri dönüşümde en iyi ülkeler; Avusturya, Almanya, Tayvan, Mısır, Brezilya, Singapur, Güney Kore, İngiltere, İtalya ve Fransa diye sıralayabiliriz ve inanın bu ülkeler bu alanda müthiş, ilginç projeler üretiyorlar ve bu konuda oldukça yaratıcı ve iyiler. Bir araştırın, okuyun derim. Ben kendi gözlerimle gördüğüm Almanlara hayran kaldım. Öncelikle evlerinden başlayarak geri dönüşümü teşvik etmişler. Yine her sokakta, duraklarda, istasyonlarda kısacası belli başlı pek çok noktada koca koca her biri farklı renklerde olan farklı atıkları temsil eden çöp kutuları var ve inanın evlerinden başlayarak bu konuda çok dikkatli ve katılar zaten bunları yapmak mecburi yani yasalarla da desteklenmiş durumda. Hem nimetlerden faydalanmak hem de bunun sürdürülebilirliği için önlem almak, ne muhteşem bir uygulama ve ne kadar akıllıca değil mi?

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ‘geri dönüşüm’ gibi çalışmalarda henüz yeni yeni farkındalıklar oluşmasından ötürü çalışmalar geriden gelmekte fakat yine de ülkemizde bu konuda verilen çaba özellikle son yıllarda geri dönüşüme katkı sağlamak adına yapılan yenilikçi çalışmaların hızlandığı görülmektedir inanın bunların olması bile bizler için büyük birer adımdır. Yine tekrarlıyorum ki bunlar ancak öğretilerek bilinçlilik sağlanarak gerçekleşebilecek konulardır. Toplumsal bilinç şarttır okullarda ilk yıllarda ayrıca dersler olarak verilerek yapılmalıdır hiç bir şey için geç değildir.

Doğa bizden vazgeçmiyorsa hep bir alternatif sunuyorsa bizde ondan vazgeçmemeliyiz. Çevremizde var olan güzellikleri yaşanılabilir yarınlar için sahip çıkmak ve korumaktan başka çarenin olmadığını bilmeliyiz. Hep unutuyoruz ama bu dünya sadece biz insanlara ait değil. Yaşayan tüm canlılara ağacından hayvanına kadar saygı duymalı gelecek nesillere sağlıklı bir dünya bırakmak için çöpümüze dahi sahip çıkmamız gerektiğini bir an dahi unutmamalıyız.

İnanın dünya ve doğa bunu hak ediyor…

Birincil kenar çubuğu

Umudumuz Sizde..

Yeniden merhaba, yaklaşık iki aylık bir süreden sonra tekrar huzurlarınızda … [Devamı...] hakkındaUmudumuz Sizde..

  • ERTELEMEK ÖLÜMDÜR
  • KANSER!… KİRAZ AĞAÇLARINI DA VURUYOR!
  • KİRAZDA YAŞANAN SORUNLARA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Bizi Takip Edin

  • Facebook
  • Instagram
  • Twitter

Copyright © 2021 · News Pro on Genesis Framework · WordPress · Giriş